Bu Blogda Ara

22 Haziran 2020 Pazartesi

ANILAR-4

BANGO


Bir sabah pencerenin önündeki çiçek saksısının toprağının üzerinde yatarken gördüm onu. Kahverengi-beyaz rengi vardı. Gagası kısacıktı. Birazcık araştırdığımda onun Bango cinsi güvercin olduğunu öğrendim. Yaklaştım, benden kaçmadı . Korkmasın diye fazla yaklaşmadım. Sonra biraz yem bıraktım, yedi.  Ertesi gün pencerede yine gördüm. Yine yem verdim. Bu gelişler her gün tekrarlanıyordu.
Artık yalnız sabahları değil, ne zaman karnı acıkırsa geliyor yem vermemi bekliyordu. Bir gün yem yerken elimi yavaşça uzatıp tuttum onu. Kaçmadı. Okşadım sevdim. Avucumun içinde iken hafif de olsa tedirginliğini ve korkusunu hissettim ve yavaşça bıraktım. Yem koyduğum yere su da koydum. Yemini yiyip suyunu içtikten sonra artık fazla uzaklaşmıyor saksının toprağı üzerinde yatıyordu çoğu zaman. Saksıda ekili olan yeşil biberleri de yiyordu bazen. Bir ara gelip gitmeleri azaldı. Bir gün etraftaki kuşları, kargaları izlerken onu karşı binanın çatısında gördüm. Yanında beyaz bir kuş daha vardı. Seyrek de olsa bir süre daha geldi, yemini yiyerek gitti. Havaların soğumaya başladığı zamanlardı, gittikten sonra bir daha dönmedi. Birileri mi yakaladı, yoksa başka kuşlara mı karıştı bilmiyorum.

8 Haziran 2020 Pazartesi

ANILAR-3

AĞLARIM GÜLENİM YOK

92 yaşındaydı Mehmet amca. Ara sıra bir araya gelir bir şeyler yer içer, sohbet ederdik. Yeğenimin eşinin akrabasıydı, bana "yeğenim" diye hitap ederdi. Bir araya geldiğimizde, laf lafı açar, arada bir anılarını anlatırdı. Yine bir gün sohbet sırasında, "Dinle bakalım yeğenim." diyerek, uzun yıllar öncesi Urfa'dan Gaziantep'e gelmiş bir imamla ilgili anısını anlatmaya başladı:
"Şehirdeki caminin birisine Urfa'dan yakışıklı genç bir imam geldi. Bekardı. Çok da güzel bir sesi vardı. Fazla sürmeden ünü şehre yayıldı. Nerede bir Mevlit okunsa, nerede bir sohbet yapılsa onu  çağırıyorlardı. Onun mevlit okuduğu  yer dinleyici ile doluyor, hayranlıkla onu dinliyorlardı. Özelllikle kadınların, genç kızların ilgisi daha fazlaydı. O zamanlar imamlar şimdiki gibi devletten maaş almıyor, müezzinler ve imamlar gönüllü görev yapıyorlardı. Cami cemaatinin ve çevrenin yardımları, mevlit, toplantı ve cenazelerde verilen bahşişlerle yaşam sürüyorlardı.
Mevlitler ve toplantılara daha çok Urfalı imam çağrılmaya başlanınca diğer imamların gelirleri azaldı. Dolayısıyla bir kızgınlık ve kıskançlık başladı.  Urfalı imam bekardı gençti yakışıklıydı. Kadınların imama olan ilgisi erkekleri de rahatsız etmeye başlamıştı. Nihayet, bir süre sonra imam hakkında dedikodular başladı.  Kadınlara, kızlara yan baktığı, ahlaksız biri olduğu yönünde dedikodular.  Aslında öyle bir şey yoktu tabii ki. Biz de, herkes de bu dedikoduları kimin çıkarttığını az çok biliyorduk.  Sonunda olan oldu, ileri gelenler ve yetkililere ulaştı şikayet ve dedikodular. İmamın görevden ayrılması sağlandı.
O günler, bir gece, şehrin ana caddesinde eve doğru giderken bir bankın üzerinde yatan birisi dikkatimi çekti. Şehirde herkesin, iyi kötü sığınabileceği bir ev veya bir yer mutlaka olurdu o zamanlar. Sokakta kimse bırakılmazdı. Bankın yanından geçerken yan gözle baktığımda onun, camiden kovulan Urfalı imam olduğunu gördüm. Biraz yürüyüp ilerde kuytu bir yerde, duvara yaslanıp onu izlemeye başladım. İmam biraz sonra doğruldu, oturdu ve elini kulağına götürdü. Güçlü ve güzel sesiyle gecenin sessizliğinde her tarafa yayılan bir türkü söylemeye başladı,
Ağlarım Gülenim yok, 
Vallah aney gözyaşım silenim yok, 
Başım alıp diyar diyar giderim, 
Ardım sıra gitme kal diyenim yok.

İşte böyle yeğenim. İmamı o geceden sonra bir daha görmedim. Ama ne imam, ne gecenin içinde yayılan billur gibi sesi, ne de o türkünün sözleri hiç aklımdan çıkmadı."

26 Mayıs 2020 Salı

NASA: Mars'ta Yaşam İzlerine Yakınız

NASA: Mars'ta yaşam izlerine ulaşmaya yakınız ama insanlar buna hazır değil


Uzay bilimciler uzun yıllardır dünya dışında yaşam olup olmadığı sorusuna cevap arıyor.

Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi'nden (NASA) Gezegen Bilimi Direktörü Jim Green, Mars’ta yaşam izlerine ulaşmaya yakın olduklarını ancak insanların henüz böyle bir gerçeği kabul etmeye hazır olmadığını söyledi.
Green, NASA’nın 2020’den itibaren Kızıl Gezegen'e göndereceği misyonlar ile ilk kez dünya dışında yaşam izlerine ulaşmayı hedeflediklerini duyurdu.
İngiliz The Telegraph gazetesine konuşan Green, "Biraz endişeliyim, çünkü bu keşif Kopernik'in, dünyanın güneş etrafında döndüğünü kanıtlaması gibi çığır açacak. Ama insanları felsefi ve bilimsel bir çok soruyla baş başa bırakarak.." diyerek insanların henüz buna hazır olmadığını söylüyor.
Euronews

14 Mayıs 2020 Perşembe

ANILAR-2

HAKİYE HAKİYE HANGİLGOZ

        Uzun yıllar öncesiydi. Yalnızca radyo ve sinemanın olduğu yıllar. Çok yoğun bir akraba ve komşu ilişkisi yaşanırdı. Sürekli misafirliğe gidilir, eve misafir gelir, ev misafirsiz olmazdı.  Büyükler ayrı sohbet ederler, çocukları pek araya almazlardı. Çocuklar da kulak misafiri olur, duyduklarını hafızalarına kaydederlerdi.
        Bazen yaşlılar yalnızlıklarını çocuklarla paylaşır, anılarını ya da dağarcıklarındaki hikayeleri anlatırlardı onlara. Arada küçük oyunlar da oynanırdı tekerleme eşliğinde. Tekerlemeler sürekli dillerde dolaşırdı o zamanlar.
        Dedemle baş başa kaldığımız bir gün anlatmıştı bana. Çok önceleri, Gaziantep Halep'e bağlı bir kaza imiş. İhtiyaçlar çoğunlukla Halep'ten karşılanır,  hatta tuz bile Halep'ten gelirmiş. İnsanlar ihtiyaçları için kervanla Halep'e alış verişe gider gelirlermiş. Yaklaşık 80 km.lik bir mesafe. Bu yolculukla bağlantılı olarak bir de tekerleme dinlemiştim kendisinden,
"Hakiye Hakiye Hangilgoz"  




12 Mayıs 2020 Salı

KORONAVİRÜS ENFEKSİYONUNA ERKEKLER DAHA FAZLA YAKALANIYOR

          Binlerce hastayı kapsayan büyük bir çalışmadan elde edilen kanıtlar, erkeklerin kanlarının kadınlardan daha yüksek anjiyotensin dönüştürücü enzim 2 (ACE2) konsantrasyonlarına sahip olduğunu göstermektedir.        
        ACE2, koronavirüsün sağlıklı hücrelere bulaşmasını sağladığından, erkeklerin COVİD-19'a karşı neden kadınlardan daha savunmasız olduğunu açıklamaya yardımcı olabilir.

11 Mayıs 2020 Pazartesi

Coronavirüs hastalığının Antep ağzıyla 60-70 yıl önceki tarifi.

Evvel hafta İsneyn günüydü.
Evi çıkarddım.
Telate günü don yudum.
Erbaa günü ekmek eddim.
Cuma günü mazaratlandım.
Şindi başım beynim dutmey,
Gafam yerinde deel belleym.
Yüreem içinde sallanıy,
Gövdem gırım gırım gırılıy.
Üşüdüym, gızdırma dutuy.
Zongur zongur zongurdanıym.
Tar kimi şişiym, gert gert gengiriym.
Maadem maasere gazanı kimi gayney.
Palyavşanı içtim, gurşun attırdım,
Hacamat çektirdim.
Heç birinden menfaat göremedim.
Ambel beter oldum.

-----------------
Yazı kaynak: Nurel Taner Kırk Yama

3 Mayıs 2020 Pazar

ANILAR-1

KORONALI GÜNLERDEN ANILARA-1

16 Mart 2020  yaşamımın en uzun eve kapanma günlerinin  başlangıç tarihi.  O tarihte başladı ve devam ediyor. Koronavirüs salgını nedeniyle okulların tatil edilmesi ve evlere kapanmamız, önceleri eğlenceli gibi geldi. Zamanla artan bulaşma ve ölüm haberleri ile birlikte  tedirginliğimiz de artmaya başladı. Virüse karşı savunmasız olduğumuzu, evde kalmanın da virüs’e karşı karşı en iyi savunma olduğunu anladık.
Eve kapanıp kendimiz  ve düşüncelerimizle baş başa kalınca unuttuğumuz, yaşamın hareketi içinde farkına varmadığımız, bazılarını da  bilerek, isteyerek  zihnimizin bir tarafına gizlediğimiz bir sürü şeyin de yok olmadığını fark ettik. Bazılarıyla yüzleşmek durumunda kaldık. Trafik ve şehir gürültüsünün azalmasıyla, daha önce farkında olmadığımız bir çok sesi duymaya başladık. Rüzgarın uğultusu, çocuk sesleri, farklı kuş sesleri, ayakta son kalan gecekondulardan gelen ördek, kaz ve horoz sesleri kulağımıza ulaşmaya başladı. Unuttuğumuz köy yaşamını hatırlar olduk.
Önceleri fazla hissetmediğimiz ağrıları da fark etmeye başlıyoruz. Sırt, boyun, eklem ve omuz ağrıları gibi. Hele sağ omzumdaki kireçlenmeden kaynaklanan ağrı, gece uykularımı böler olunca taa çocukluğuma gittim. Sağ kolumu yoğun olarak kullanmaya başladığım ve ilk omuz ağrılarımı yaşadığım günlere. O günlere ait anılar sökün etmeye başladı zihnime.
O günler zor günlerdi. Yokluk ve yoksulluk günleriydi. Görüntüler oluşuyor gözümde; yokluğun görüntüleri. 8-9 yaşında çalışmak zorunda kalışımız, ilkokul önlüğümüzün yoksulluğumuzu örten siyah bir örtüye dönüşmesi. Sabahın köründe gittiğim okulda, hademelerin kalaylı bakır kazanlarda Amerikan süt tozundan süt yapması. Sınıftaki kömür sobasını yakarken hademeye yardım edişim. Okulun uzun koridorunu bir uçtan bir uca paspas yapmam. Hepsi film izler gibi gözlerimin önüne geliyor.
İlkokulun yarım gün olduğu o günlerde, cebimizde 3-5 kuruş olması için, şöyle ya da böyle bir şeyler yapmak zorunda idik. Sokakta bulduğumuz çoğu şey paraydı bizim için. Zerdali çekirdeği, cam kırıkları, alüminyum ilaç tüpleri, demir ve bakır parçaları, plastikler gibi atıklar. Mahalle arasında el arabaları ile bağırarak dolaşan eskicilere bunları verir, karşılığında ise ya para ya da kuru yemiş alırdık. Demir yolu, şehri güney ve kuzey olarak, aynı zamanda yoksul ve zengin olarak da ikiye ayırıyordu. Bu durum halen öyledir. O demir yolu hatları, oyun alanımız idi bizim. Rayların üzerine beş kuruş, on kuruş koyar üzerinden tren geçmesini beklerdik. Tren geçtikten sonra paranın ezildiğini görüp, ne kadar da büyüdüğünü şaşkınlıkla izlerdik. Tren yolu bizim için oyun alanı demiştim. Demir yolu, ben ve mahalle arkadaşlarım için aynı zamanda para kazanmak demekti. Lokomotiflerin buhar kazanları linyit kömürü ile ısıtılıyordu. Yarım yanmış, koka dönüşmüş linyit kömürü parçaları dökülürdü lokomotiflerden. Bize de bu kömürleri toplamak kalırdı. O zamanlar mahalle aralarında demirciler, dökümcüler vardı. Topladığımız kömürleri onlara kilo ile satardık. 
İlkokul 3. sınıfta idim. Yaz tatiline girmiştik. Bir akşam abim: “Yarın sabah hazır ol. Benle beraber geleceksin.” dedi. “Tamam.” dedim. Sabah ezanı okunurken abim ile yola düştük. Üşümüştüm. Bizim oralar yazları sıcaktır ama güneş doğmaya yakın hava, insanı  üşütecek kadar serin olur. Abim ile 10-15 dakikalık bir yürüyüşten sonra uzun, boş bir alana geldik. Birisi diğerlerinden daha yaşlı üç kişi vardı. Meydanın bir ucunda üç ayaklı metal bir aygıt, üst kısmının ortasında bir kol ve kolun çevirdiği dişli sistemi vardı. Ön tarafında da tam ortada, bir mile bağlı iri bir halka görünüyordu. Ayrıca aralıklı üç halka daha yer alıyordu ön tarafta. Kol çevrildiğinde hepsi birlikte bir yöne dönüyordu. Bana kolu elimle tutturarak:  “Biz sana dur diyene kadar bu kolu durmadan çevireceksin.” dedi yaşlı olan.
Abim ve diğer 2 kişi daha, ellerine ilerideki çuvaldan kocaman birer ip topu aldılar. Sonra iplerin ucunu aygıtın önündeki halkalara bağladılar. Bana işaret ettiklerinde kolu çevirmeye başladım. İşçiler ellerindeki yumağı yavaş yavaş çözerek geriye doğru gitmeye başladılar. Kol çevrildikçe iplerin bağlı olduğu halkalar dönüyor, 3 tane ayrı ip ayrı ayrı kendi üzerine kıvrılıyordu. Ellerindeki yumağın sargısını çözerek geriye doğru yürüyorlardı. Yumağın sargısı bitene kadar elleriyle kontrollü olarak belli bir gerginlikte yürümeye devam ettiler. İpin sonuna ulaştıklarında bana kolu çevirmeyi bıraktırdılar. Makinanın yanında bekleyen yaşlı usta, ayrı halkalara bağlı üç ayrı ipin ucunu çözerek hepsini birden göbekteki tek halkaya bağladı. Eliyle üç ipi bir arada tutuyordu. Bana, kolu bu sefer ters tarafa çevirmemi söyledi. Ben kolu ters tarafa çevirdikçe, göbekteki 3 ip birbirlerinin üzerine sarılarak daha kalın tek bir halata dönüşüyordu. Usta, eliyle kontrol ederek, ipin sonunda bekleyen 3 kişinin yanına kadar ipleri birleştirerek yürüdü. Sonunda tek bir halat ortaya çıkmıştı. İplerin birbiri üzerine sarılarak oluşturduğu halatı sardı. Yuvarlak kangal haline getirdi ve bir yere topladı. işçiler, ellerine yeniden birer tane yumak aldı ve bu iş akşam, hava kararana kadar devam etti. 
Bir haftalık çalışma sonunda 2 buçuk lira haftalık almıştım. Hafta boyu dişli çarkın kolunu biteviye çeviren kolum, nihayet pazar günü tatile girdi. Mahallede, toprak futbol sahasının yanında kiralık bisikletler vardı. Pazar günü, oradaki üç tekerlekli bisiklete binerek tüm paramı harcamıştım. Yaz boyu çalıştım. O kolu çevirirken zaman öyle uzardı ki. Sanki hiç bitmeyecekmiş gibi gelirdi. Sonra bir yol buldum. Çevirirken gözlerimi kapatıyor hayallere dalıyordum. Böylece zaman daha çabuk geçiyor gibiydi. Zaman konusuna çözüm bulmuştum ama, kolumun ve omuzumun ağrısına çözüm yoktu.
Koronalı günlerin hatırlattığı bu anımı yazıya dökerken, mesleğin devam edip etmediğini araştırdım. Voice Of America yani Amerika’nın Sesi, o yörede halen bu işi yapan birilerini bulup video çekimini yapmış. Benzer şekilde bu işi yapan birilerinin olduğunu, hala bu işte çocukların da çalıştığını, çocukluğunu bu meslekte harcamış olanların bulunduğunu öğreniyorum bu video yoluyla.
Hayatımda en çok üzüntü duyduğum konulardan biri çocukların çalıştırılması, diğeri de yük taşıma işinde çalıştırılmaları idi. Hem çocukların, hem de hayvanların sırtlayamayacakları ağır yük altında şiddet uygulanarak çalıştırılmalarına çok şahit oldum geçmişte. Çok acı duyardım.  Bu yüzden 90’lı yıllarda bu ilde, şehir içi taşımacılıkta  hayvan kullanılmasının yasaklanması beni çok mutlu etmişti.  
Umarım günün birinde hiç bir çocuğun çalıştırılmadığı ve hayvanlara yük vurulmadığı bir dünyayı görme şansımız olur.



GAZİANTEP'İN TAŞ YAPILARI

GAZİANTEP'İN TAŞYAPILARI
CADDE VE SOKAKLARI

Bu cadde ve sokaklardan kimler geçti, daha kimler geçecek?
Hangi ağa hangi bey son nefesin verdi dört duvar arasında?
Göçenlerin sahip olamadığı yüzlerce yıllık yapılar daha kimleri
bağrına bastıktan sonra yolcu edecek?









Bir umut kaldı

Gezi notları